BİR ÇELEBİ İCAZETNAMESİ

H. Dursun GÜMÜŞOĞLU *

ÖZET

Bektaşi tekkeleri, Osmanlı tarihindeki dinî yapılanma açısından çok önemli bir yere sahiptir. Bu tekkeler üç kıtaya yayılmış oldukça büyük organizasyonlardır. Bektaşi tekkelerinin mütevelli heyetinde, Çelebiler olarak adlandırılan kişiler bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti tarafından da Hacı Bektaş evladı olarak kabul edilir ve tekkelerin gelir gider işleriyle onlar ilgilenirlerdi.

H. Dursun GÜMÜŞOĞLU *

ÖZET

Bektaşi tekkeleri, Osmanlı tarihindeki dinî yapılanma açısından çok önemli bir yere sahiptir. Bu tekkeler üç kıtaya yayılmış oldukça büyük organizasyonlardır. Bektaşi tekkelerinin mütevelli heyetinde, Çelebiler olarak adlandırılan kişiler bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti tarafından da Hacı Bektaş evladı olarak kabul edilir ve tekkelerin gelir gider işleriyle onlar ilgilenirlerdi.

Böylesine büyük bir oluşum içinde, dergâhlardaki hizmetlerin en doğru şekilde yapılabilmesi, doğru kişilerin seçilmesiyle mümkün olacağından, alınacak tedbirlerden ilki hizmeti yapacak olan seçilmiş kişilere verilen yetki belgesi anlamına gelen icazetnamelerdir. Bu icazetnamelerde, dönemin değer yargılarına, inanç, ibadet algılamalarına dair ipuçlarına rastlandığı gibi, icazetnamenin yazıldığı şahıslara ait bilgilere de ulaşılmaktadır.

Okuyuculara sunulan icazetname örneği de hicri 1271 miladi 1855 senesine aittir. Sivas’a bağlı Hafik kazası Sinekli köyündeki Seyyid Velîyeddin oğlu Mustafa adındaki bir dedeye verilmiş olan bir halifelik belgesidir. Belgenin altında dönemin dedebabasının, halife babalarının ve Çelebilerin mühürleri bulunmaktadır.

Anahtar kelimeler: Bektaşi İcazetnamesi, Hilafetname, Dedebaba, Seyyid Ali Sultan

Giriş

Anadolu ve Balkanlarda, Alevilik ve Bektaşilik inanç yapısının oldukça geniş bir coğrafyaya yayıldığı bilinen bir gerçektir. Alevilik ile Bektaşilik kelimeleri bazen Alevilik, bazen Bektaşilik bazen de Alevilik-Bektaşilik şeklinde kullanılmaktadır (Yıldırım, 2010: 23). Bunlar arasında inanç yapısı yönünden çok büyük farklılıklar olmamakla beraber, tamamen aynı olduğunu söylemek de bilimsel açıdan doğru değildir.

Alevi sözü, tarihsel süreçte, Seyyid-i Saâdat yani Hazret-i Ali’nin soyundan gelen insanlar için kullanılmaktaydı. 15. yüzyıl sonlarından itibaren, Şah Haydar’ın kendi taraftarlarına kızıl taç giydirmesi nedeniyle, Osmanlı yetkilileri tarafından bu topluluk Kızılbaş olarak adlandırılmış ve aşağılayıcı bir mahiyette kullanılmıştır. 19. yüzyıl başlarında ise Hazret-i Ali’nin taraftarları anlamında toplumun belirli bir kesimi için kullanılmıştır. Bu taraftarlık, Hazret-i Muhammed’in vefatından sonraki süreçte peygamberin en yakını olarak önderlik sıfatına layık adayın Hazret-i Ali olduğunun tasdikini içerir.

Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelmesiyle bu inanç yapısını 13. yüzyılda dört kapı ve kırk makamla şekillendirmiştir. Onun yorumunu kabul edenler daha sonra bu oluşumu Bektaşilik olarak isimlendirmişlerdir. Alevilik ile Bektaşilik arasında, yola giriş törenleri sırasında okunan ayetler, hadisler, gülbanklar ve ritüellerde yüksek oranda benzerlikler bulunmaktadır. En belirgin farklılıklar ise, Alevilikte inanç önderi olan dedelerin, mutlak surette Peygamber neslinden geldiğine inanılması, Alevi olarak tanımlanacak kişinin de Alevi bir aileden doğmuş olması şartıdır. Bu anlamda bakılınca Alevilikte, dedelik gibi, talipliğin de babadan oğula geçen, dışa
kapalı bir yapılanma olduğu görülmektedir. Şüphesiz ki bunun nedenlerini tarihsel, siyasal ve sosyal şartlarda aramak gerekir.

Alevilikte yola giriş yani ikrar töreni, Erdebil Tekkesi ve Şeyh Safi 13. yüzyıldan bu yana en önemli inanç önderlerinden kabul edildiğinden musahipli erkân şeklinde yapılmakta ve iki evli çift yani dört kişinin birlikte karar verip bir dedeye müracaat etmesi ile mümkündür. Bektaşilikte ise, her dinden veya İslam’ın her mezhebinden insanın bireysel tercihi ve bir Bektaşi babasına müracaatıyla nasip alarak yola girmesi yani Bektaşi olması mümkündür. Bu anlamda yöresel değil, evrenseldir. Hacı Bektaş Veli’yi ‘‘Pir’’ tanırlar. Balım Sultan’ı ise, 16. yüzyılda yolun kurallarını derleyip toparlaması ve daha sonraları “Balım Sultan Erkânnamesi” adını alan erkânnameyi yazılı hâle getirmesi nedeniyle “Pîr-i Sânî” yani ikinci pir olarak kabul ederler.

Alevilikte bir talibin sosyal statüsünü değiştirip “Dede” sıfatını kazanması hiçbir zaman mümkün değildir. Bektaşilikte inanç önderi olan kişiye “Baba” adı verilir ve layık olan herkes bu göreve gelebilir. Her Bektaşi, Hazret-i Muhammed’i en son ve hak peygamber, Hazret-i Ali’yi velilerin şahı olarak kabul ettiğinden, zaten Alevidir. Fakat her Alevi, bir Bektaşi babasına intisap etmediği içi Bektaşi değildir. Bununla beraber bütün Aleviler Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak kabul ederler.

Bu inanç gruplarını özetle “Alevi Ocakları”, “Hacı Bektaş Çelebileri” ve “Bektaşiler” olarak üç ana başlık altında toplamak mümkündür.

Öncelikli olarak Anadolu’da yaygın şekilde bulunan Seyyid Kureyş, Baba Mansur, Seyyid Sabur (Birdoğan, 1995: 188) gibi ocakların, Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’da irşad görevine başlamadan önce toplumun inanç kimliğinin
şekillendirilmesinde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. İkinci grupta kendilerinin Hacı Bektaş Veli soyundan geldiklerini iddia eden “Çelebiler” bulunmaktadır. Anadolu Alevi aşiretleri genellikle bu iki gruptan birine bağlıdırlar. Her ikisi de sonuç olarak kendilerinin peygamber soyundan geldiklerine inanırlar. Üçüncü grupta ise
Balım Sultan Erkânnamesini uygulayan, Dedebabalık sistemine bağlı Bektaşîler bulunmaktadır. Bu yapılanmada yola giriş tek tek olduğundan eski metinlerin bazılarında “Mücerred Erkânı” olarak isimlendirildiği görülmektedir.

Alevilik ve Bektaşilik ile İlgili Belgelerin Önemi ve Farklılıkları

Şecereler, icazetnameler, beratlar, vakfiye belgeleri, yol izinnameleri, divanlar, cönkler, buyruklar gibi belgeler, Alevilik ve Bektaşilik diye ifade edilen inanç yapılarının geçmişle bağlantılarında en önemli kanıtlardır. Bunlardan Alevi dedelerinin soylarının nereye dayandığını gösteren belgelere kısaca “şecere” denilmektedir (Birdoğan, 1995: 188). Bu şecerelerin büyük kısmı gerçek olmakla beraber, art niyetli kişiler tarafından çeşitli maksatlarla yazılmış sahtelerinin de olduğu bilinmektedir (Birdoğan, 1995: 188). Osmanlı’da Nakibü’l-Eşrâflık teşkilatı, bunu engellemek için kurulmuştur (Karakaya-Stump, 2006: 38). Bu şecerelerde Allah’a hamd, Hazret-i Muhammed Mustafa’ya övgüler (Yüksel, 2002: 198), pek çok ayet ve hadisleri konu edindikten sonra dinin kurallarının dışına çıkılmaması gerektiği, fakirlere yemek yedirmek, namuslu olmak gibi kavramlara vurgular yapıldığı, ayrıca mutlak surette ilgili kişinin soy kütüğünün belirtildiği görülmektedir. Metnin son kısmında ise belgenin verilişinde hazır bulunan kişilerin isimleri, mühürleri ve tarih bulunmaktadır.

Bektaşi babalarının icazetnamelerin ise iki sınıfta incelenmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, Bektaşi Babası icazetnamesi olup şecerelerde bulunan ayrıntılara ek olarak, kişinin soyunun kime dayandığının belirtilmesi yerine, Hazret-i Peygamber’den sonra Hazret-i Ali ve Hacı Bektaş Veli’nin adı geçer ve ilgili kişinin onun tarikatine intisap ettiği belirtilir (Noyan, 2010: 441). Çünkü Bektaşiler peygamber neslinde olunmasına saygı gösterir, fakat bunu her şey için yeterli kabul etmezler. Kişisel tercih ile nasip alarak yola girmeyi esas kabul ederler. İkincisi ise babalığın bir üst makamı olan Halife babaların hilafetname dedikleri icazetnameleridir. Bunlarda da metnin giriş kısmı, kullanılan ayetler yaklaşık aynıdır, fakat buna ek olarak Halife Babanın kimden el aldığını gösteren nur zincirinin Hazret-i Muhammed’e nasıl ulaştığını belirten bir liste bulunmaktadır. Her iki icazetname çeşidinin sonunda tarih ve o Babalık veya Halife Babalık töreninde hazır bulunanlardan, Dedebaba başta olmak üzere kıdem sırasına göre diğer halifelerin isimleri ve mühürleri bulunmaktadır. Bu icazetnameler, günümüzde de aynı temel özellikleri muhafaza etmektedir (Koca, 1999: 4-6).